Tag-Archive for » aşk «

Perşembe, Mayıs 03rd, 2012 | Author:

Ayşe Kulin- Gizli Anların Yolcusu


Sonla, mutsuz sonla başlayan bir kitap. Evinin balkonundan düşüp ölen bir kişi ve onu bulan bir diğeri… Yerde yatanın kim olduğunu söylemek istemiyorum ama diğer kişinin İlhami olduğunu söyleyebilirim. Kitabın önemli karakterleri çok ama bu iki kişiyi başkahramanlar olarak düşünebiliriz. Bu sahnenin hemen ardından taa en başından, olayların, yaşamların bu noktaya nasıl geldiğinin hikayesine geçiliyor. Olayların ve anların içine serpiştirilmiş, her bir kahramanın  ayrı ayrı yaşam öyküleriyle birlikte… Aile, arkadaşlık, kardeşlik, sevgi, aşk, cinsellik, eşcinsellik… Hepsi birarada. Bir yandan en azından görünürde toplumsal değerlere bağlı kalmaya çalışmak, bir yandan tutkularını ve duygularını özgürce yaşamak üzerine yapılan kurgu ve planlar. Finale doğru bu iki yolun birbirini kestiği anda olaylar karışır, yaşamlar altüst olur. Hikayenin en gençlerinden birisi için yaşam biterken, diğerleri için  yeni bir yaşam başlar.

Gizli Anların Yolcusu çok hızlı okunan bir kitap. Varlığını hepimizin bildiği ama çoğumuzun yakınımızda hissetmediği yaşamlar hakkında. İsmi kitabı özetler gibi. İlhami için gizli anlarla başlayan ve bu şekilde ilerleyen bir yolculuk. Kitap ipuçlarıyla dolu. Karşınıza çıkacak olayları tahmin edebiliyorsunuz ama bunun bir sakıncası yok. Yine de merakla devam ediyorsunuz okumaya. Kitap biraz da başka hayatların kilitli kapılarının ardında yaşananlara duyulan merak duygusuna hitap ediyor. Mutsuz son mutlu sona dönebilir miydi? Bence daha mutlu, daha zararsız bitebilirdi. Kitabın başında yerde yatan kahramanımız daha dürüst ve  samimi olsaydı, İlhami tüm olası senaryoları göze alarak kendi hayatına karşı daha cesur olsaydı, İlhami’nin bir dönem cinselliği de paylaştığı ortağı, bu konu kapandıktan sonra kendi hayatına odaklanıp iyiniyetli davranabilseydi herşey başka olabilirdi. Yine birileri üzülebilirdi ama özellikle ailedeki hayal kırıklıkları bu denli ağır olmazdı.

Ercan Akbay-Ten Kokusu


Mutsuz sonla başlayan bir kitap daha… Sevgilisini öldürdüğünü düşünerek kaçan, ama nasıl öldürdüğünün bence çok da farkında olmayan, iyi bir hayatı olan bir adam. Kahramanımız olayın ardından kaçar, annesinin Silivri’deki yazlık evine gider. Aslında şöyle de diyebiliriz: Eninde sonunda yakalanacak veya teslim olacaktır. Bunlar olmadan önce annesine uğramak ister. Sevgilinin ölmediği, ağır yaralı olarak hastanede olduğu haberi gelir önce, bu doğrudur ama hemen ardından da ölüm haberi gelir. Emekli bir hukukçu olan anne, oğlunun durumuyla ilgilenebilmek, onun avukatlığını yapabilmek için yeniden mesleğine dönmeye karar verir. Anne son derece sevecen ve bu durumu en az zararla nasıl atlatabiliriz düşüncesiyle, herşeyi bilmek ister. Kahramanımız olup biteni annesine anlatırken biz de tüm detaylarıyla hikâyeyi öğreniriz. Bu kitapta da gizli anlar var ama daha az, daha çok tutarsızlık ve entrika var. Hikâye bir kadınla bir erkeğin Beyoğlu’ndaki bir barda başlayan yakınlaşmasıyla akmaya başlar. 45 yaşında bir erkeğin, kendisinden 10 yaş genç bir kadınla yaşadığı tanımsız bir ilişki. Yanyana gelindiği ilk anda, kadından  gelen koku erkeği öylesine etkiler ki, kendisini esir alan bir aşk iksiri olarak anlatır bu kokuyu. Elmalı şampuan, ünlü bir parfüm ve kadının ter kokusunun karışımı olan bir koku. Önce aşk sanılan daha sonra karşı konulmaz bir tutkuya dönüşen, finale doğru da karmaşıklaşan bir ilişki.

Bir de rüyalar var kitapta. Kahramanımızın adeta ikinci bir yaşam yaşıyormuşcasına, ard arda, bir bütünün parçaları olan rüyaları. Hikâye ilerlerledikçe, rüyalar gerçek yaşamdaki tutkuları ve olayları açıklamaya başlar. Her iki yaşamda da herkes birbirine görünmez iplerle bağlı, her iki yaşamda da tüm karakterler benzer bir oyunun parçasıdır. Gerçek yaşamdaki acı hikaye çok ilgi çekici değil ama bu kitabı da yine aynı merakla çok hızlı bir şekilde okuyabiliyorsunuz.

Kitabı ilginç hale getiren rüyalarda  yaşananlar… Rüyalarda anlatılan, gelecekteki başka bir zamana ait olan yaşam kurgusu ile kitap Thea Alexander’ın M.S. 2150’sini hatırlatıyor. Ercan Akbay da M.S. 2150’yi okumuş olabilir diye düşündüm kitabı okurken. Okumuş olma ihtimali ve başka dünyaya ait gibi değerlendirmeyip, üzerine düşünüp, devamında böyle bir kurgu yapmış olma olasılığı hoşuma gitti. Öyle değilse daha da güzel aslında… Her koşulda keşiflerle dolu, çift yönlü, eş odaklı ve farklı boyutlar içeren, merakla okunan, sonunda birleşerek taşları yerine oturtmaya çalışan, aslında aynı olan iki farklı hikâye çıkmış ortaya.

Pazartesi, Şubat 20th, 2012 | Author:


Oksitosin nedir? Kendisi sevgi hormonu, aşk hormunu ve hatta sosyallik hormonu olarak da tanınıyor. Doğum esnasında rahmin kendiliğinden genişlemesini ve emzirme döneminde süt salgılanmasını ona borçluyuz. Aşkı başlatan kimyasal da salgıladığımız oksitosinmiş. Oksitosin aynı zamanda aile duygusunu ve evcimenlik hissini de artırıyormuş. National Geographic’e göre oksitosin, dokunma ve sarılma sırasında salgılanan bir hormon. Uyurken sevdiğiniz kişiye sarılmazsanız salgılanmazmış mesela, aynı yatakta uyumak yeterli değil yani. more…

Pazartesi, Eylül 26th, 2011 | Author:

Woody Allen’ın merakla beklenen son filmi Paris’te Gece Yarısı 30 Eylül’ de vizyonda… Kitabı üzerinde çalışan ve evlenmek üzere olan Amerikalı bir yazarın, nişanlısı ve nişanlısının ailesiyle birlikte çıktığı Paris tatilinde yaşadığı veya bir kısmını da yaşadığını sandığı olaylar anlatılıyor filmde. Film boyunca var olan nostalji tutkusu eşliğinde, evlenme kararı almış iki kişinin hayattan beklentilerinin ne kadar farklı olduğuna ve bunu keşfetme süreçlerine tanık oluyoruz aynı zamanda. Nostalji, film boyunca farklı şekillerde sorgulanıyor ve hatta acımasız tespitlerle etiketleniyor. Filme göre geçmişe özlem, şimdiki zamanda mutlu olmayı, anı yaşamayı beceremeyen insanın yaşadığı mutsuzluklardan kaynaklanan bir ruh hali. Basın gösterimini izlediğim filmin bana düşündürdüğü başka bir konu ise aşk ve yaşanılan yer arasındaki ilişki. Gil ve Inez, Amerika’da heyecanla düğün hazırlığı içindeyken nasıl oldu da Paris’te işler değişti? Filmi izlerken, “Vicky Cristina Barcelona(Barselona, Barselona)” da olduğu gibi yine bir kitabın içinde hissettim kendimi. “Barselona, Barselona” filmi ile ortak noktaları da olan Paris’te Gece Yarısı, geçmişe ait kurgusal görüntü ve diyaloglarıyla rahat izlenen, eğlenceli bir Woody Allen filmi… Ernest Hemingway, Scott Fitzgerald, Salvador Dali gibi isimlere rastlayacağınız filmde, zaman zaman Gil’ in yerinde olmak isterken bulabilirsiniz kendinizi. Hikâye içinde yazarlar aracılığıyla izleyiciye iletilen yaşama dair tespitler de filmin daha akılda kalıcı ve cazip olmasını sağladı benim için. Kesinlikle tavsiye ederim.

Çarşamba, Ekim 20th, 2010 | Author:


Yalın – Kalamadım ( Official Music Video ) ile PureTurkishHits
Ayrılık şarkılarını, ayrılık filmlerini, mutsuzluk öykülerini sevmem. Olağanüstü bulduğum ayrılık şarkıları, filmler, resimler ve birçok şey olabilir. Beğenirim ama sevemem, detaylarını çabucak unuturum. Çok sevdiğim müziklere bakıyorum da çok belirgin olan iki unsur var: Ya tamamen hislerime tercüman olacak, olmasa da bendekileri farketmemi sağlayacak ve melodisinin, ruhunun içine çekecek, üzgün de olsa huzurlu olacak; ya da çok eğlenceli olacak. O kadar eğlenceli olacak ki dinlerken başka hiçbirşeyle uğraşmama izin vermeyip, bütün konsantrasyonumu kendisine çekecek. Beklenti bu kadar yüksek olunca bulmak zor olmuyor mu? Hayır… Çünkü bunlar bir arayışın sonucunda ortaya çıkmış veriler değil. Eldekiler değerlendirildiğinde ulaşılan sonuç.

Şimdi yazarken farkettim, galiba çok şey bekliyorum şarkılardan, müzikten. Hem beni anlasın ama üzmesin, hem de kafamı dağıtsın, eğlendirsin… Ama ikisini bir arada istemiyorum, yani öyle bir şartım yok. Öyle olanları da reddedemem tabii ki; onların yeri apayrı. Mutsuz şarkılardan, filmlerden başlamıştım ama farkında olmadan sürpriz bir yere geldim galiba. Müzikler arkadaşlara mı benziyor ne? Bazı arkadaşlarla daha çok sakin sohbetler yapılır, çok güzel vakit geçirilir. Kimisi ise yerinde duramaz, varlığı bile eğlenmeye kelimenin gerçek anlamıyla eğlendirmeye yetebilir. İkisine birden sahip olanlar, öyle hissedenler çok şanslı. Bazı mutsuz şarkılar da mutsuzluk veren, gülmeyen, kendi negatif enerjisini çevresine yayan ama aslında iyiniyetli olan arkadaşlara benziyorlar gibi.
20 Ağustos 2008