Author Archive

Çarşamba, Ekim 20th, 2010 | Author:

“Her beş Amerikalı’dan birisi vergi usulsüzlüğü yapmayı etik olarak uygun ya da etik değerlendirmelerle ilgisiz buluyor. Yüzde 10’luk bir oran ise eşini aldatmayla ilgili de benzeri duygular taşıyor.”
Yaşama bakış açısını değerlendiren, insanların değer farklılıklarını ve alışkanlıklarını yansıtmayı amaçlayan bir anket yapılmış ve ilgi çekici sonuçlar çıkmış ortaya. Anket, yaklaşık iki yıl önce 1500 yetişkin Amerikalı ile gerçekleştirilmiş. Paw Research Center’ın yaptığı anketin sonuçları gerçekten ilgi çekici. Katılanların yüzde 88’i eşini aldatmayı etik olarak yanlış buluyor. Bütün gelirini vergide göstermemeyi etik olarak yanlış bulanların oranı ise yüzde 79. Madalyonun öbür yüzü ise uzmanlar tarafından şaşırtıcı ve hatta endişe verici olarak değerlendiriliyor: Yüzde 3’lük bir oran, başka birisiyle ilişki yaşamayı etik sayarken, yüzde 7 ise bu konunun ahlakla bir ilgisi olmadığını dile getirmiş.

Vergi konusunda ise, vergi kaçırmayı ahlaki bulanların oranı yüzde 5. Yüzde 14’lük bir kesim ise, vergi kaçırmanın etik değerlendirmeler içinde yer almadığını belirtmiş. Ankete katılanlara 10 farklı konuda sorular yöneltilmiş ve bunları “ahlaki olarak kabul edilebilir, ahlaki olarak yanlış ve ahlakla ilgili değil” şıklarından birisi ile değerlendirmeleri istenmiş. İşte sorular ve etik olarak yanlış bulunma oranları:
Çok alkol tüketmek: Yüzde 61
Kürtaj yaptırmak: Yüzde 52
Marijuana kullanmak: Yüzde 50
Homoseksüel hareketler: Yüzde 50
İncitmemek için yalan söylemek: Yüzde 43
Evli olmayan yetişkinler arasında seks: Yüzde 35
Kumar: Yüzde 35
Aşırı yemek yemek: Yüzde 32

3 Kasım 2008

Category: Yaşam  | Tags: , , , , ,  | Leave a Comment
Çarşamba, Ekim 20th, 2010 | Author:

Duygusal açlık son dönemde sıkça bahsedilen bir konu. Kişinin yaşamında duygusal bir boşluk varsa, yeterince memnun değilse hayatından ve bunu değiştirmek için birşey yapmadan öylece oturuyorsa, değiştirme plânları yapıyor fakat uygulamaya geçmiyorsa, yemekten medet ummaya devam ediyor ve gittikçe daha çok yiyor. Sonra doğal olarak kilo alıyor. Bundan da mutsuz oluyor, geçici mutluluğu yine yemekte buluyor. Bu böyle sürüp gidiyor; ta ki radikal kararlar alıp istikrarlı bir şekilde uygulamaya geçinceye kadar. Olayın tıbbi ve hormonsal kısımları hakkında uzmanlık boyutunda bilgim yok ama özetle yaşamda yeteri kadar keyif veren, heyecan veren detay olmayınca kişi direkt bir mutluluk kaynağı olan yemeğe yönelebiliyor. Duygusal doygunluk olmayınca, duygusal açlık çıkıyor ortaya. Çözüm ne? Tek çözüm var: Dolu ve renkli bir yaşam!

Yukarıda yazdıklarım, okuduklarımdan, duyduklarımdan, hissettiklerimden bende kalanlar. Toronto Üniversitesi’nde yapılan bir çalışma da farklı bir konuda fakat benzer sonuçlar veren bir araştırmayla duygusal durum ve ihtiyaçlar arasındaki bağlantıyı ortaya koyuyor. Yalnızlık ve üşüme hissi arasındaki bağlantıyı araştıran iki çalışma yapılmış. İlk araştırmada 65 öğrenci iki gruba ayrılmış. Bir gruba kendilerini yalnız ve dışlanmış hissettikleri zamanlar ile ilgili anıları, diğer gruba da mutlu oldukları, kabul gördükleri  sosyal ortamlarla ilgili anıları hatırlatılmış. Daha sonra oda ısısını tahmin etmeleri istenmiş. 12 ile 40 derece arasında değişen yanıtlar gelmiş. Oda ısısını düşük tahmin edenlerin, kendilerini dışlanmış ve yalnız hissedenler olduğu gözlenmiş.

İkinci araştırma için de 52 öğrenciden, bilgisayarda bir top oyunu oynamaları istenmiş. Oyunda bazılarına birçok kez top atılırken, bazıları ile hiç oynanmamış. Daha sonra katılımcılara sıcak kahve, kraker, soğuk içecek, bir elma ya da sıcak çorbadan hangisini istedikleri sorulmuş. Oyuna dahil edilmeyenlerin sıcak çorba ya da kahveyi diğerlerine oranla daha fazla tercih ettikleri gözlenmiş. Araştırmacılar, bu kişilerin sıcak içecek ve yiyeceklere yönelmesini, dışlanma nedeniyle doğan üşüme hissinin sonucu olarak yorumlamış. Her iki araştırma da sosyal dışlanma ve yalnızlık duygusunun, kişide üşüme hissi yarattığını ortaya koymuş.

Adeta üşüme hissi yok diyebileceğim kişiler var hayatımda. Onların duygusal durumunu da bir araştırmak lâzım galiba. Kendileriyle fazlasıyla barışık ve bulundukları ortama renk katan, vazgeçilmez kişiler olduklarına dair bir tablo mu var arka plânda? ( Aslına bakılırsa var gibi.) Bu yüzden mi sinir bozucu, komik ve aynı zamanda da sempatik bir şekilde “burada nasıl üşürsünüz; burası tam olması gerektiği kadar, ideal ısıda” şeklinde tepki gösteriyorlar ortamı soğuk bulanlara? Hatta abartıp 15 derecelik ısının en az 25 derece oduğunu iddia edebiliyorlar.

29 Ekim 2008

Category: Genel, Yaşam  | Tags: , , ,  | Leave a Comment
Çarşamba, Ekim 20th, 2010 | Author:

Bir yaştan sonra öğrenilen şeyler, edinilen hobiler daha değerli oluyor sanırım. Hayatımda kıyısından köşesinden bulaştığım ve yere göğe sığdıramadığım, yapmaktan, denemiş olmaktan çok mutluluk duyduğum konular var. Uzaktan bakınca çok mühim değillermiş gibi görünüyor ama yaşarken ve devamındaki dönemlerde çok iyi hissettiriyor. Aklınızın bir köşesinde hep devam etme, yeniden başlama planları oluyor. Genelde pratiğe dönüşebilen gerçekçi plânlar…

“Lâtin Dansları” benim için böyle bir konu. Bir dönem biraz ders aldım, biraz öğrendim ve uygulama şansım da oldu. Sonra geçici olarak yollarımız ayrıldı. Reel olarak yollar ayrılıyor ama yine de sık sık kesişme noktaları oluyor. Algınız bu yöne daha bir hassaslaşıyor. Meselâ vitrinde gördüğünüz bir giysi için, bununla güzel Salsa yapılır yorumunu yaparken bulabiliyorsunuz kendinizi. Spor kanallarında dans turnuvalarını takip etmeye başlıyorsunuz mesela. Uygun müziklerle çocuğunuza basit adımları göstererek karşılıklı eğlenebiliyorsunuz. Kısaca yollar ayrılsa da olayın hayata kattığı renk devam ediyor. Hiç gerekli değilken ne var ne yokmuş diye dans giysileri ve aksesuarlarına göz atabiliyorsunuz.
28 Ekim 2008

Category: Yaşam  | Tags: , , ,  | Leave a Comment
Çarşamba, Ekim 20th, 2010 | Author:

Zamanın hızla akıp gidişine ters atıfta bulunmak için kullanılmış, geriye doğru işleyen bir saatin periyodik sesi değil tabii ki bahis konusu taktik. Türk Dil Kurumu’na göre gerçek anlamıyla “türlü savaş araçlarını, belli bir sonuca ulaşmak amacıyla etkili biçimde birleştirerek ve kullanarak kara, deniz veya hava savaşını yönetme sanatı”nı, mecaz anlamına bakılırsa da  “istenen sonuca ulaşmak amacıyla izlenen yol ve kullanılan yöntemlerin tümü”nü ifade ediyor. Basit bir değerlendirmeyle mücadele yönetimi ve sonuca götüren yollar şeklinde özetlenebilir.
Hangi anlamıyla olursa olsun, yaşamdaki ve ilişkilerdeki  kullanım alanlarını  kabaca düşündüğümde, ortaya çıkan tablo birazcık iç burkuyor gibi. Özellikle popülaritesi ve rating’i yüksek olan ortamlarda alenen verilen ilişki yürütme taktikleri bir türlü kabul edemediklerim arasında. Taktikleri kabul etmediğim gibi bu akıl verme şeklini de kabul etmiyorum zaten. Bu derin düşüncelerimi ilgili kişi ve ortamlara bildirsem vazgeçerler mi acaba?
Ben, en çok ilişkiler konusundaki taktiklere takılıyorum aslında. Sevgiliyi evliliğe ikna etme taktikleri, kocayı elde tutma taktikleri, kıskançlığı mazur gösterme taktikleri, sabah okula giden çocuğun hazırlanmasını hep aynı eşe paslama taktikleri, en seksi olma taktikleri, ütü ve yemek yapmama taktikleri, mülâkat geçme taktikleri, kız tavlama taktikleri… Abartılı ve/veya gerçekçi yaklaşımlarla örnekler çoğaltılabilir.

Category: Genel  | Tags: , , ,  | Leave a Comment
Çarşamba, Ekim 20th, 2010 | Author:

Büyümüş hissediyor musunuz kendinizi? Yoksa ben içimdeki çocukla yaşıyorum; bir yanım hep heyecanlı, hep çocuk diyenlerden misiniz? Ben hayatımın hiçbir döneminde büyümüş hissedemedim kendimi ama çocuk gibi de hissedemedim hiç. Çocukluğuma veya gençliğime denk gelen yıllarda öyle büyük sorumluluklarım olmadı, ağır yükler altında iki büklüm olmadım ama o çocuksu heyecanları da duymadım hiç. Çok çok çok sevindiğim, çok mutlu olduğum anlar oldu ama hiç coşkuyla havalara zıplamadım. Bunun pek fazla bir kötü yanı yok, çizdiğiniz gerçekle alâkası olmayan, zor memnun edilen insan imajı dışında.
Evet içimdeki çocuk, çocuksu yanım gibi duygularım olmadı hiç ama büyümüş de hissetmedim hiçbir zaman. Aynaya bakıyorum sıkça, göz kenarlarım, çizgiler ne durumda diye; var biraz ama hâlâ idare eder gibi. Dikkati çeken vahim bir durum yok. Beyazlar var saçımda bolca ama o da çaresiz bir durum değil, dert etmeye değmez. Fiziksel olarak henüz bariz işaretler yok, şanslıyım.
Büyümüş ve belki de yaşlanmış gibi hissettiğim istisnai anlar da olmadı değil. Çok garipsedim aslında kendimi ama çok da hoşuma gitti bu anlar. 2004 ilkbaharında, bir arkadaşımızın nikâhındaydık. İmza faslında tuhaf bir şekilde gözlerim doldu, çok huzurlu geldi o an. Yaşlanma alâmeti galiba bu hissettiğim dedim ama bundan da mutluluk duydum dünyanın en duygusuz insanlarından biri olarak. Sonra da unuttum gitti açıkçası.

Bu gece de yine benzer bir sürpriz varmış beni bekleyen. Bir cumartesi gecesi; yaklaşık iki saat önce, 23:00 civarı sahil trafiğindeki yoğunluk yüzünden gideceğimiz yolun bir kısmını yürümek zorunda kaldık ama bu keyfimizi kaçırmadı. Eşim ve oğlumla daha önce geçmediğimiz bir sokağa girdik. Yüksek bir müzik sesi vardı sokakta. Birileri eğleniyor herhalde dedik biraz da sesin şiddetini yadırgayarak, haksız ve yanlış bularak. Birkaç adım sonra bir bahçede çalan türkülere eşlik eden, oynayan şık giyimli bir kalabalık gördük. Büyük olasılıkla bir kına gecesiydi. Oğlum “biz de katılalım mı onlara” dedi. Onun bu talebi, bunu doğal ve olabilir bulması hoşumuza gitti ama reddettik tabii ki. “Gitsek n’olur ki, hoşgeldiniz deyip, buyur ederler her halde” diye konuştuk ona duyurmamaya çalışarak. Sonra yolumuza devam ettik. Belki oğlumun tepkisinin de etkisiyle, kına gecesi olduğunu varsaydığımız eğlence çok alışık olmadığım bir mutluluk verdi bana anlık da olsa. Bir kez daha büyümüş hissettim kendimi ama o da bir anlıkmış çabucak döndüm eski halime.
24 Ağustos 2008

Çarşamba, Ekim 20th, 2010 | Author:


Yalın – Kalamadım ( Official Music Video ) ile PureTurkishHits
Ayrılık şarkılarını, ayrılık filmlerini, mutsuzluk öykülerini sevmem. Olağanüstü bulduğum ayrılık şarkıları, filmler, resimler ve birçok şey olabilir. Beğenirim ama sevemem, detaylarını çabucak unuturum. Çok sevdiğim müziklere bakıyorum da çok belirgin olan iki unsur var: Ya tamamen hislerime tercüman olacak, olmasa da bendekileri farketmemi sağlayacak ve melodisinin, ruhunun içine çekecek, üzgün de olsa huzurlu olacak; ya da çok eğlenceli olacak. O kadar eğlenceli olacak ki dinlerken başka hiçbirşeyle uğraşmama izin vermeyip, bütün konsantrasyonumu kendisine çekecek. Beklenti bu kadar yüksek olunca bulmak zor olmuyor mu? Hayır… Çünkü bunlar bir arayışın sonucunda ortaya çıkmış veriler değil. Eldekiler değerlendirildiğinde ulaşılan sonuç.

Şimdi yazarken farkettim, galiba çok şey bekliyorum şarkılardan, müzikten. Hem beni anlasın ama üzmesin, hem de kafamı dağıtsın, eğlendirsin… Ama ikisini bir arada istemiyorum, yani öyle bir şartım yok. Öyle olanları da reddedemem tabii ki; onların yeri apayrı. Mutsuz şarkılardan, filmlerden başlamıştım ama farkında olmadan sürpriz bir yere geldim galiba. Müzikler arkadaşlara mı benziyor ne? Bazı arkadaşlarla daha çok sakin sohbetler yapılır, çok güzel vakit geçirilir. Kimisi ise yerinde duramaz, varlığı bile eğlenmeye kelimenin gerçek anlamıyla eğlendirmeye yetebilir. İkisine birden sahip olanlar, öyle hissedenler çok şanslı. Bazı mutsuz şarkılar da mutsuzluk veren, gülmeyen, kendi negatif enerjisini çevresine yayan ama aslında iyiniyetli olan arkadaşlara benziyorlar gibi.
20 Ağustos 2008

Çarşamba, Ekim 20th, 2010 | Author:

Bir insan yaşadığı her tür olumsuzluğa rağmen nasıl başarır güçlü görünmeyi? Nasıl olur da yakını bildiği kişilere açmaz sıkıntılarını? Kendisini bin türlü çözümsüzlüğün çevrelediğini hissettiği anlarda nasıl gider gelir işine; nasıl bir performans gösterir, ne derecededir yaratıcılığı? Ufacık sebeplerden demoralize olmuş arkadaşlarını, hangi duyguyla yüreklendirir, espriler yağdırır ard arda, eğlenir, eğlendirir ?… Nasıl olur da mutluluğundan büyük parçalar kopup gitmez?

Sanırım olayın iki kilit noktası var. Koşullar ne olursa olsun herkes için hayat devam ediyor ve hiçbirşey sürekli değil; sorunlar da öyle. Önemli olan minimum hasarla atlatmak. Birinci noktanın bu olduğunu kabul edersek, ardındaki ikinci nokta da birşeyler değişecekse bunu sadece kişinin kendisinin yapabileceği. Böyle hissedince de dert yanmak dünyanın en anlamsız şeyi oluyor bir anda. Yakınları onun yakını değil mi gerçekten, samimi paylaşımlar yok mu aralarında, yeterince sevmiyorlar mı birbirlerini, yoksa sadece iyi gün dostu olarak mı görüyorlar karşılıklı veya tek taraflı? Hepsinin cevabı “HAYIR” ne güzel ki tüm ilişkiler yolunda. O zaman neden paylaşılmıyor çözümlenmesi gerekenler? Dertler paylaşıldıkça azalmıyor muydu? Durumun direkt muhatabı olan birisi varsa eğer, bir ölçüde katkısı olabilir. Bunu istemesi ve anlaması koşuluyla tabii ki. Neticede her ne olursa olsun düşünüp, doğru kararı vermekten ve devamında da en doğru şekilde uygulamaktan başka çözüm yok. Evet, insan sosyal bir varlık ama bir o kadar da yapayalnız aslında.

Gri dönemlerde doğru düşünüp, doğru karar vermek ve uygulamaya geçebilmek için güçlü olmak lazım işte. Güçlü görünüp de içi kan ağlayan insanlar olduğuna inanmıyorum. İçinde bulunulan durum ne kadar sıkıntı yaratırsa yaratsın, dışarıda sağlam duran bir insanın, kendi içinde de gerçekten öyle olduğunu, tuhaf bir huzuru koruduğunu düşünüyorum. İnsan çözümün sadece kendisinde olduğu gerçeğini kabullendikten sonra -arada umutsuzluğa kapıldığı anlar olsa da- kendine olan, olması gereken haklı güveniyle güçlü hisseder, güçlü olur, güçlü görünür.
17 Ağustos 2008

Çarşamba, Temmuz 28th, 2010 | Author:

Döndüm demiştim ama dönememişim. Döneceğim zannedip erken konuşmuşum. Yüzüp yüzüp kuyruğuna geldiğim bir süreç ve öncesinde geçen neredeyse pause’lanmış ve aynı zamanda da çok yoğun ve hareketli geçen günler, haftalar ve aylar. Hayatımın en bomboş ve en hareketli yazını yaşıyorum aynı anda. Dışarıdan bakıldığında görünen tablo bu, içeriden bakıldığında da çok farklı değil aslında. Hem dışarıda hem içeride neler olacak bimiyorum, tahmin edemiyorum; merak ediyor muyum? Dışarıdakileri; evet, merakla bekliyorum ama içeridekiler kendi sürprizleriyle gelecek. Umarım güzel sürprizlerdir…

Category: Yaşam  | Tags: , ,  | Comments off
Salı, Ocak 19th, 2010 | Author:

Uzun bir aradan sonra, merhaba.

Geçen zaman içinde çok şey değişti. İş yaşamına geri döndüm. Bir yaş daha büyüdüm. Evimi ve yaşadığım semti değiştirdim. Tüm bu değişimler son sekiz ay içinde tercihler doğrultusunda oldu. Şu sıralarda da yine hepsini değiştirme plân ve programları içerisindeyim. Bunun için de yine birkaç aylık bir zaman dilimi var geçmesi gereken, bu süreci şekillendirecek olan. Neler yaşanacak, neler olacak, ne sürprizler çıkacak karşıma merakla bekliyorum.

Category: Yaşam  | Tags: , ,  | Leave a Comment